Sessizlik bir çok farklı çağrışımı beraberinde getirebilen bir kavram. Kimimiz için huzuru, dinginliği akla getirirken kimimiz için yalnızlığı, cansızlığı akla getirebilir. Veya belki de bir çoğumuz için hayatımızın farklı dönemlerinde farklı anlamlara gelir sessizlik. Bazı anlarda içimize dönmeyi, sakinleşmeyi, kendimizi dinlemeyi bize sunan iyileştirici bir deneyim gibi gelir. Bazı anlarda da kafamızın içindekileri susturmaya çalışırken sessizlik bir anda bu sesleri daha da yüksek duymamıza neden olur, ve böyle anlarda katlanılması güç bir deneyim halini alabilir.
Her iki şekilde de bu sessizlikler araştırılması gereken önemli anlamlar taşır.
Günlük hayatta oluşuveren bu sessizlikler aynı şekilde terapi sürecinde de zaman zaman oluşur. Danışanın bu sessizlik anlarına terapist de katılır ve sessiz, güvenli bir ortamda bir çeşit ayna işlevi ile danışanın kendi içine bakmasına ortam sağlar.
Sessizlik anlarında hatıralar canlanabilir, duygular ortaya çıkabilir, farkındalıklar gelişebilir. Bu anlarda terapist gidişatı mümkün olduğunca danışanın ritmine bırakır ve sessizlikten çıkış için ilk işareti danışandan bekler ki önemli bir içsel deneyimi kesintiye uğratmasın.
Kimi zaman bu sessizlikler oldukça etkili keşif anları iken kimi zaman da danışanda yalnızlık, terk edilmişlik hisleri ile birlikte kaygı uyandırabilir. O anlarda bu içe dönüş, dayanılması güç bir hal alabilir. Böyle durumlarda terapist de benzer şekilde sessizliğe katlanmakta zorlanabilir.
İki farklı sessizlik deneyiminde de, sessizlik sonlandığında o anlarda yaşantılananların üzerinde durulması, konuşulması ve araştırılması terapi sürecinde ve terapötik ilişkide çok önemli bir yer tutar.